Hani kırk yaşına gelmişti.
O’nu sonradan görmeyecek olan gözlerin de şahitliğinde...
Doğru, dürüst ve emin olarak kırk yaşına gelmişti.
Pir u pak olarak.
Elleri temiz, gönlü temiz.
Asla harama el uzatmamış, asla gönlüne yalancı ilahları koymamış.
Kırk yaşına gelmişti.
Ağır ve kıymetli bir vazifeye hazırlanıyordu.
ALLAH’ın Rasulü olacaktı. Ve Rabb’i kırk yaşına kadar onu bu vazifeye hazırlıyordu.
Zor bir zemin ve zamanda ki zeminler ve zamanlar ötesine uzanacaktı vazifesi üstelik, hazırlanıyordu Rabbi tarafından.
İnsana insan olduğunu hatırlatacaktı. Adaleti nakşedecekti zaman ve zemine ki devir zulüm devridir. Ve en büyük zulüm cahilliktir.
Zamanlar, zeminler ötesine ulaştırmak da vazifesiydi.
Hazırlanıyordu kırk yaşına kadar.
“Beni Rabbim terbiye etti ve beni en güzel şekilde yetiştirdi.”
İnsanlar tanısın ki farklı bir insandır. İnsanın gölgesine güvenmediği bir günde düşmanlarının güvendiği bir kişidir,
Hakkını teslim ettiği...
Düşmanlarının elinden ve dilinden emin olduğu.
Bakın şimdi kırk yaşında ve diyor ki, “Size dünyanızı da ahiretinizi de teminat altına alacak bir hakikat getirmiş bulunuyorum.”
Hani şu dağın ardından bir ordu geliyor dese inanacaktınız?
Hani en kıymetlilerinizi ona teslim ederdiniz.
Şimdi yalanlıyor musunuz?
Gönlünüzü neden teslim etmezsiniz?
Oysa insan yalnız ve yalnızca gönlüyle kalır bir gün.
Ona sahip çıkmak haddine değildir.
Öyleyse sahibine teslim etmeli; “Al onu ve koru o güne kadar.”